Edebiyat

Mesnevi

Mesnevi

Sözlük anlamıyla "ikişer, ikişerlik" demek olan mesnevî aslı Arapça olduğu halde Arapça'da kullanılmayan bir kelimedir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine 
Mesnevî adı verilmiştir. İki beyitten başlayarak 20-30 beyte kadar olan kısa mesnevîler yazıldığı gibi, mesnevî şekliyle binlerce beyit süre uzun hikâyeler, kitaplar da yazılmıştır. Mesnevîde beyitlerin ayrı ayrı kafiyeli olması yanında, her beytin anlamının kendi içinde tamamlanması ve öteki beyitleri geçmemesi de zorunludur. Beyitler ara­sında yalnızca konu birliğine dikkat edilmiştir.
Mesnevîler daha çok "Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün", "Fâilâtün, fâilâtün fâ'ilün","Mefâ'ilün mefâ'ilün fa'ûlün, "Fa'ûlün fa'ûlün,fa'ûlün fa'ûl" gibi kısa vezinlerle yazılırlar. Uzun mesnevîlere karşı daha az kullanılan kısa mesnevî par­çaları bazen kasîde yerine övgülerde (Örnek I), lugaz ve muamma söylemede ya da küçük hikâye konularında yazılmışlardır (Örnek 2).
Her beytin ayrı kafiyeli olması yüzünden mesnevîde büyük bir yazma kolay­lığı vardır. Destanlar, uzun aşk hikâyeleri, şehr-engizler, öğretici dinî ve ahlâkî ko­nuların hep mesnevî şeklinde yazılmaları bu yüzdendir. Bu tür büyük mesnevîler-de şöyle bir düzenleme görülür: Başta çoğunlukla kasîde şeklinde, tevhîd, münâcât, Hz. Peygamber ve Halifeler için söylenmiş na'tler, kitabın adına yazıldığı kişi adına bir övgü vardır. Sonra "Sebeb-i nazm-ı kitâb" başlığı altında eserin niçin yazıldığı anlatılır. Bu sebep genellikle ya Arap ve Acem'de çok işlenen bir konu­nun o zamana kadar Türkçe yazılmaması eksikliğinin giderilmesi, bir şair dostun ısrarı, ya da bir şairler toplantısında okunan tanınmış bir şairin eseri üzerinde baş­layan bir tartışma sonundaki ısrarlı tekliflerdir. Şairler önce özür dilediklerini, böyle zor bir işi başarmağa güçlerinin yetmeyeceğini anlattıklarını, ama sürekli ıs­rarlar karşısında boyun eğip kabul ederek işe başladıklarını söylerler .
Mesnevinin asıl konusu bölüm bölüm ve ayrı başlıklar altında anlatılır. Bu başlıklar genellikle Farsçadır. Âğâz-ı dâstân", "be-vücûd-âmeden-i Züleyhâ", "Tetümme-i makâl ve bakiyye-i vasf-ı hâl", "Vâkıf-şuden-i şâh be-keyfiyyet-i hâl-i Cemşîd". Başlıkların bazen Türkçe söylendiği de olmuştur: "Ol mâh-ı bi­günahı çâha atduklarıdur", "Bu Mecnûn-ı bîçârenün Ka'be'ye yüz urdugıdur ve münâcâtıyla sevdası artduğıdur" gibi. Şairler, mesnevîlerde konunun ve ahengin biteviye gidişini değiştirmek için arada, uygun düşen yerlerde gazeller de söyler­ler. Bazen kahramanların konuşmalarını gazel şeklinde söyler, yazılan mektupla­rı murabba' şeklinde verirler. Mesnevî, eserin adına yazıldığı kişi ya da şairin kendisi için bir duâsıyla son bulur. Sonda çoğunlukla kitabın bittiği tarih, bazen toplam beyit sayısı, yazıldığı yer bildirilir.
Mesnevî şairlerinin bir kısmı çoğunlukla Nizâmî'yi örnek alarak beş mesne­vî yazıp Hamsemeydana getirmişlerdir. Hamse'ye "Penç-genc" de denilmiştir. Mesnevîlerini altıya çıkarıp Sitteyapan şairler de olmuştur.
Eski edebiyatımızda kasîde ve özellikle gazele daha çok önem verildiğin­den, gazel şairleri yalnız mesnevî yazanların şairliklerini hafife almış ve açıkça küçümsemişlerdir.
 
Mesnevinin tarihî gelişimi
 
Mesnevî nazım şekli İran edebiyatında doğmuş, buradan Arap ve Türk ede­biyatlarına geçmiştir. Arap edebiyatına mesnevî Harun Reşid devrinde Âbân el-Lâhıkî(öm. 815)'nin Pehlevî dilinden çevirdiği Kelile ve Dimne eseriyle girmiş­tir. Aynı şairin başka çevirileri de vardır. Mesnevi, Arap edebiyatında daha çok Farsça'dan yapılan çevirilerde kullanılmış, ayrıca öğrenilmesi ve ezberlenmesi istenilen konularda da bu şekle başvurulmuştur. Fakat Arap şairleri bu şekle mes­nevî dememişler, önceleri Kasîde i Müzdevice ya da yalnızca Müzdevice adını vermişlerdir. Bu tür eserler aruzun reces bahriyle yazılmış olduğundan bunlara Recez adı da verilmiştir. Daha sonraları da Urcuze denmiştir. Bu şiirlerin her mıs-ra'ına da Satar adı verilir.
İran'ın öz malı olan mesnevî şekli Pehlevice yazılmış eserlerle başlamış ve X. yüzyılda yazılmağa başlanan "şah kitabı" anlamında ve İran'ın destânî tarih­
leri olan şehnamelerden Mes'ûdî'rim Şehname 'si "Mefâ'îlün mefâ'îlün fa'ûlün" vezniyle yazılmıştır. Sonra Dakîkî'nın Hudâynâme'smden başlayarak şehname­lerde mütekârib bahrinin "Fa'ûlün fa'ûlün fa'ûlün fa'ûl" kalıbı kullanılmağa baş­lanmış, bu yüzden de bu kalıba "Şehname vezni" denilmiştir. Yine bu devirde Rûdekî (ölm. 940-41 )'nin Kelile ve Dirnne ile Sindbâdnâme's'ımesnevî şeklinde yazılmış eserlerdir.
Gazneliler devrinde yani X. ve XI. yüzyıllarda Ayyûkî'rim Varka ve Giilşâh ve Unsurî (ölm. 1031)'nin Vâmık u Azrâ adlarındaki aşk hikâyeleri tanınmış mesnevîlerdir. Bunlardan birincisinin konusu Araplardan, ikincisi de Yunanlılar­dan alınmıştır. Devrin büyük şairlerinden Firdevsî (ölm. 1021 ?) daha önce ya­zılmış şehnamelerden ve halk arasında söylenegelen hikâyelerden de yararlana­rak 60 bin beyitlik Şehnâme'sım yazarak Gazneli Sultan Mahmud'a sunmuş, ama Sultan kendisine söz verdiği, her beyit için bir altınlık ödülü vermeyince Firdev­sî onu ağır sözlerle suçlayarak Bağdad'a kaçmıştır. Firdevsî'nin Şehname'si, İran destanlarının en tanınmışı olduğu gibi, dünyadaki bu tür birkaç büyük eserden de biri sayılır.
Selçuklular devrinde İran'ın en büyük şairi sayılan Nizâmî-i Gencevî (ölm. 1025) ilk kez beş mesnevî yazarak bir Hamse ortaya çıkarmıştır. Mahzenü'l-es-râr, Hüsrev ü Şîrîn, Leylî vü Mecnûn, Heft-peyker, İskender nâme' den teşekkül eden hamse, İran ve Türk şairlerince Hamse örneği olarak kabul edilmiştir. Bu mesnevîlerin hepsi kısa vezinlerle yazıldıklarından Nizâmî'yi örnek alan mesne­vî şairleri de hep kısa vezinler kullanmışlardır. Aynı devirde Ferîdii'd-dîn Attâr (ölm. 1230)'ın ünlü Mantıku't-tayr adlı tasavvufî mesnevîsi de hem çok okunan hem de Türk edebiyatına çok etki eden bir eserdir.
İran'da Moğollar devrinde yetişen Sa'dî-i Şirâzî (ölm. 1291) mesnevînin de en büyük ustalarından biri sayılmıştır. Bostan adlı mesnevîsi çok tanınmış bir eserdir. Türkçeye birçok kez çevrilmiş, hem mesnevî hem de gazel şairleri üze­rinde etkili olmuştur. Husrev-i Dehlevî (ölm. 1325)'nin Matla'ü'l-envâr, Husrev ü Şirîn, Leylî vü Mecnun, Âyine-i İskender, Heft-bihiştmesnevîlerinin oluşturdu­ğu Hamse'si çok tanınmış bir eserdir.
Timurlular devrinde İran mesnevîleri daha çok tarihi konularda yazılmıştır. KazvînVrim İslâm tarihini nazmetttiği Zafernâme adlı büyük eseri, Şerefeddin Yez-dî (ölm. 1457)'nin Zafernâme'sibu tür mesnevîlerin en iyilerindendir. Bu devrin büyük şairi Abdurrahman Câmî(öm. 1492). Heft-evreng adını verdiği yedi mes­neviyi bir araya getirmeyi başarmıştır. Bunlar içinde özellikle Salâmân u Absâl, Yûsuf u Züleyhâ, Leylî vü Mecnûn mesnevîleri çok ünlü aşk hikâyeleridir.
XVI. Yüzyıldan sonra mesnevî şekli İran edebiyatında gittikçe güçsüz eser­ler vermeğe başlamış, önceki büyük mesnevî ustalarına yetişecek değerde şair görülmemiştir.
Türk edebiyatında mesnevî
 
Türk edebiyatında ilk uzun mesnevî XI. yüzyılda Yusuf Hâs Hâcib (ölm. 1077)'in Kutadgu Bilig "Kutlu olma bilgisi" adlı eseridir. Mütekârib bahrinin "Fa'ûlün fa'ûlün fa'ûlün fa'ûl" kalıbıyla 1069 yılında yazılmış olan bu eserde uygun yerlere dörtlükler sıkıştırılmış, sonuna da kasîde şeklinde parçalar eklen­miştir. 6645 beyit tutan bu büyük eser, başında bir münâcât, na't ve eserin sunul­duğu Tabgaç Buğra Han'a övgü ile başlar. Bu durumuyla eksiksiz bir mesnevî ör­neğidir. Kutadgu Bilig, Güntoğdu adlı bir hükümdarın Aytoldı adındaki veziri ve onun ölümünden sonra oğlunun bu bilge kişiyle değişik konulardaki konuşmala­rından meydana gelmiştir. Yazar, eserinde hayat görüşünü, felsefî fikirlerini söy­lemiş, hikmet dolu sözlerle iyi bir hükümdarın nasıl olması, insanları nasıl yönet­mesi gerektiğini, iyi bir vatandaş, dindar bir insanın davranışlarını anlatmış, in­sanlara doğru yol gösterecek, mutlu olmalarını sağlayacak öğütler vermiştir.
XIII. Yüzyılda Mevlânâ Celâleddin Rûmî (ölm. 1273)'nin, yazıldığı nazım şekliyle anılan 25618 beyitlik büyük eseri, Mesnevî-i Mânevi's Farsça olduğu halde, Türk şairleri üzerinde yüzyıllar boyunca bıraktığı geniş etkisi bakımından sözü edilmeğe değer çok önemli bir eserdir. Mesnevî "fâilâtün fâilâtün fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Bu yüzyıl sonunda Şeyyâd Hamza'nm 1529 beyitlikYûsuf u Züleyhâ mesnevîsi edebiyatımızın ilk aşk mesnevisidir. Sula (Suli) Fakîh'm 4800 beyitlik büyük Yûsuf u Züleyhâ mesnevîsi de Şeyyâd Hamza'nınki gibi "fâ'ilatün fâ'ilâtün fâ'ilün" vezniyle yazılmıştır.
XIV. Yüzyılda Altınordu edebî alanında Kutb'un Nizamî hamsesinden yarar­lanarak ve kendisinden çok şeyler katarak yazdığı, Husrev ii Şîrîn mesnevîsi de, daha sonra birçok kez yazılacak olan Hüsrev ü Şirin hikâyelerinin ilkidir.
Anadolu'da büyük mutasavvıf şair Yûnus Emre (ölm. I320-21)'nin Risâle-tü'n-nushiyye adlı eseri "mefâ'îlün mefâ'îlün fa'ûlün" vezniyle yazılmış ahlâkî ve öğretici, 573 beyitli küçük bir mesnevidir (yazılışı 1307). Eserin başında ayrı bir vezinde küçük bir mesnevî parçası ve bir nesir kısmı vardır. Gülşefırî'riın 1317'de Attâr'dan çevirdiği ve birçok eklemelerle zenginleştirdiğiMantıku't-tayr mesnevîsi*83' ile Âşık Paşa (ölm. 1332)'nın 12.000 beyitlik ve on bab üze­rinde düzenlediği Aşık Paşa Divanı veya Maârifnâme diye anılan Garîbnâme's'ı, Mevlânâ tarzında temsilî hikâyeler ve aralarına sıkıştırılmış gazellerle, ahlâkî, tasavvufî bir eserdir. Mesnevî gibi "fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün" vezniyle yazılmış­tır. Yüzyılın ortalarında Hoca Mes'ûd'ım 5568 beyitli Süheyl ü Nevbahâr'ı (ya­zılışı 1350)' ile Erzurumlu Darîr'in (ölm. 1393'den sonra) 2120 beyitli Kıssa-i Yûsufmesnevîsi (yazılışı 366), Şeylıoğlu Mustafa (ölm. 1410)'nın 7903 beyit­li Hurşîdnâme (Hurşîd ü Ferahşâd)s (yazılışı 1387)' yüzyılın tanınmış aşk hi­kâyeleridir. Ahmedî (ölm. 1412), Firdevsî ve Nizâmî'den de yararlanarak Büyük İskender'in maceralarını 8.200 beyitle İskendernâmemesnevisinde anlatmış (ya­zılışı 1390) ve 4798 beyitle Cemşîd ü Hurşîd adlı aşk hikâyesini dile getirmiştir (yazılışı 1403). Emir Süleyman adına yazdığı Tervîhü'l-ervâh, 10.000 beyitten fazla tıbba dair bir mesnevidir. Mehmed'm 1398 yılında yazdığı ve Hümâ ve Ferruh adıyla da anılan 8702 beyitli büyük Işknâme'si bu adla yazılmış mesnevîle­rin ilkidir.
XV. Yüzyıldan başlayarak mesnevî,Türk edebiyatında hızlı bir gelişme gös­termiştir. Yüzyılın başında Ahtned-i Dâ'î, manzum ve mensur pek çok eser ya­nında, en çok 1406 yılında tamamladığı Çengnâme mesnevîsi ile tanınmıştır. Süleyman Çelebî (ölm. 1421-22)'nin 730 beyitlik Vesîletü'n-necât adını verdiği, yüzyılın en önemli eserlerinden biri olan Mevlid'ı (yazılışı 1409), yazılmış pek çokmevlid içinde en tanınmışı ve yüzyıllar boyunca en çok okunanı olmuştur. Zaman geçtikçe öteki mevlidlerden de parçalar katılarak değişikliğe uğrayan Süleyman Çelebi Mevlidinde Münâcât, Vilâdet, Risâlet, Mi'râc ve Rıhlet bölümle­riyle Hz. Peygamber'in hayatı, peygamberliği ve ölümü içli, dokunaklı bir dille anlatılmıştır. Eser, bir du'â bölümüyle bitirilmiştir. Mevlid, "fâilâtün fâ'ilâtün ü'ilün" vezniyle yazılmıştır.
Yüzyılın büyük şairlerinden Germiyanlı Şeyhî {Ölm. 1428-1431 ?)'nin GencelNizâmî'den etkilenerek yazdığı "Mefâ'îlün mefâ'îlün fa'ûlün" vezninde, 6944 beyitlik büyük Hüsrev ü Şîrînmesnevîsi Türkçe yazılmış Hüsrev ü Şî-rîn'lerin en tanınmışı olduğu gibi, Harnâme adındaki 126 beyitlik küçük mesne­visi de ilginç bir mizah ve sosyal hiciv eseridir. Abdî'rim 1429'da yazdığımâsbnâme mesnevîsi de yüzyılın tanınmış eserlerindendir. 1446 yılında yazılan YazıcıoğluMehmed(öm. 1451)'in Muhammediyye'si, Mevlid gibi yüzyıllar bo­yu beğenilerek okunan ve sevilen eserlerden biri olmuştur. Edirneli Şahidi (ölm. 1476) Türk edebiyatının ilk ve 6446 beyitle en uzun Leylâ vü Mecnûn mesne­visinin sahibidir. Cemâlî'nm Hümâ vü Hümâyûnu, Halîlî (ölm. 1485)'nin 1471'de yazdığı ve İznik'e yerleştikten sonra başından geçtiği söylenilen bir aşk hikâyesini anlatan Firkatnâme's Cem Sultan (ölm. 1495)'ın Selmân'dan Türkçe'ye çevirdiği 5374 beyitlik Cemşîd ü Hurşîd adlı mesnevîsi (yazılışı 1477), bu yüzyılın tanınmış eserlerindendir. Yüzyılın sonunda artık Türk şairleri de Nizamî gibi hamseler meydana getirmeğe başlamışlardır. Hamdullah Hamdı (ölm. 1503-04) gerçek bir mesnevî şairi olarak görünmüş, Nevâ'î ile aynı yıllar­da Anadolu'da bir hamse meydana getirmiştir: Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ vü Mec­nûn, Kıyâfetnâme, Tuhfetü'l-uşşâk, Mevlid. Bunlardan 6241 beyitlik Yûsuf u Zü-leyhâ'sı(yazılışı 1492) ve Leylâ vü Mecnûn'u^ (yazılışı 1500.4220 beyit) ham­se içindeki en tanınmış mesnevîleridir. Sultan Bayezid II devri şairlerinden Ha­yatî, Nizamîye nazîre olarak Mahzenü'l-esrâr, Heft-peyker, İskendernâmemes­nevilerini yazmıştır.
Çağatay edebiyatında ise büyük şair, pek çok eserin sahibi Ali Şîr Nevâ'î (ölm. 1501), hamseyi de aşarak altı mesneviyi bir araya getirmeyi başarmıştır. Bunlar Hayretü'l-ebrâr (yazılışı 1483), Ferhâd u Şîrîn (yazılışı 1484), Leylâ vü Mecnûn (yazılışı 1484 ?), Hikâye-i Behrârn u Gür (Seb'a-i Seyyare) (Yazılışı 1484), İskendernâme ve Mantıku't-Tayr'a nazire olarak söylediği 3500 beyitlik Lisânü't-tayr mesnevilerdir.
XVI. yüzyıl, Türk edebiyatında en büyük mesnevî şairlerini yetiştirmiştir. Yüzyılın başındaMesthî Edirne Şehr-engizi; Tâcîzâde Cafer Çelebi (ölm. 1514) tarihi anıtları, gezinti yerleri ve güzellikleriyle İstanbul'u anlattığı 3571 beyitli, "Mefâ'îlün mefâ'îlün fa'ûlün" veznindekiHevesnâme (yazılışı 1493) adlı eseri; Benli Hasan diye anılan Ahî (ölm. 1517) Hikâye-i Şîrîn ü Pervîz ve Rivâyet-i Gülnûn u Şebdîz mesnevîsi; Revânî (ölm. 1523-24), içki toplantılarının usulleri­ni anlattığı küçük, zarif İşretnâme'siyle tanınmıştır. Câmî'nin hemen bütün eser­lerini Türkçe'ye çevirdiği için Câmî-i Rûm diye de anılan Bursalı Lârni'î (ölm. 1531-32), Salâmân u Absâl,Unsurî'den etkilenerek yazdığı 5981 beyitlik Vâmık u Azrâ , Gurgânî'den Türkçe'ye aktardığı Vîs ü Ramin ve 1522 yılında bitirdi­ği Şem iiPervane mesnevîlerinin sahibidir. Yine mesnevî nazım şekliyle yazdığı Bursa Şehrengiz'inde yaşadığı şehrin doğal güzelliklerini anlatmıştır. HakîrVmn Leylâ vü Mecnûn mesnevîleri de bu yüzyılın eserleridir. Devrin büyük alim ve ta­rihçisi olarak tanınanKemâlpaşazâde (ölm. 1534)"Mefâ'îlün mefâ'îlün fa'ûlün" vezninde 7030 beyitlik Yûsuf u Züleyhâ'sıyl) mesnevîde de kendini göstermiş­tir. Sayısız kasîde ve gazelleri yanında Şem' ü Pervane (yazılışı: 1524-25), Ah­med ü Mahmûd ve Şehr-engîz’iyle Zatî (ölm. 1546)'yi ve Şehzade Sultan Selîm adına 1542 yılında 5430 beyitli bir Leylâ ve Mecnûn yazan Lârendeli Hamdi'yi de belli başlı mesnevî şairleri arasında saymak gerekir.
XVI. Yüzyılın bütün öteki nazım şekillerinde olduğu gibi mesnevîde de üs­tadı Fuzûlî (ölm. 1556)'dir. 440 beyitlik Beng ü Bâde adlı sembolik mesneviisinde afyonla şarabı karşılaştıran ve Boza, Nukl, Kebab, Kuşüzümü, Nebiz, Arak, Berş gibi yiyecek ve içecekleri şahıslandırarak bir macera içinde anlatan Fuzûlî, şarapla Şah İsmâ'il’i, afyonla da Osmanlı padişahı Sultan Bâyezîd'i anlatmak istemiştir. Fuzûlî, ayrıca divanı kadar sevilmiş ve okunmuş olan "Mef 'ûlü Mefâ'ilün fa'ûlün" veznindeki 3036 beyitli Leylâ vü Mecnûn adlı mesnevîsiyle de yazılışı 1535) mesnevî edebiyatımıza bir şaheser kazandırmıştır. Her üç ede­biyatta Fuzûlî'ye kadar ve ondan sonra da pek çok kez yazılmış olan bu hüzünlü aşk hikâyesi onun kaleminde başka bir değer kazanmış, Mecnûn'la Leylâ'nın da-okulda başlayan maddî aşkı, eserin sonunda ilâhî aşka dönüşmüştür. Fuzû-li'nin eseri Türkçe yazılan Leylâ ve Mecnûn hikâyelerinin en güzelidir. Meyveleri konuşturduğuSohbetü'l-esmâr'ı da 200 beyitlik küçük bir mesnevîdir.
Hümâ vü Hümâyun ile Gül ü Bülbül (yazılışı: 1552) mesnevîlerinin şairi Kara Fazlî (ölm. 1563), özellikle ikinci eseriyle ün kazanmış bir mesnevî üstadıdır, "Tasavvufî Gül ü Bülbül mesnevîsi gül ile bülbülün aşkını anlatan ince, içli bir hikâyedir. Güneş, sabâ, mevsimler bu hikâyenin şahıslandırılmış kahramanlarıdır.
Yine bu yüzyıl şairlerinden Taşlıcalı Yahya Bey (ölm. 1582), müretteb büyük bir Divan'ı da olduğu halde daha çok mesnevî şairi olarak tanınmıştır. Yahya Bey, Gencîne-i Râz, Gülşen-i Envâr, Kitâb-ı Usûl, Şâh u Gedâ ve Yûsuf u Züleyhâ adlarındaki beş mesnevîsiyle bir hamse meydana getirmiştir. Gencîne-i Râz (yazılışı: 1540-41) 40 makaleden oluşan, 3.000 beyitli dini ve öğretici bir eser­dir. Gülşen-i Envâr (yazılışı: 1551; 2.900 beyit) sultanlığın şartları, gafillerin ter­biyesi, dünyaya bağlılığın zararları ve kanaatin yararları hakkında öğretici, eğiti­ci bir eserdir. Bunda da arada öteki mesnevîlerde de olduğu gibi "tenbih", "tem­sil", "hikâye" başlıkları altında bazı olaylar anlatılmıştır. 3112 beyitli Kitâb-ı Usûl (Usulnâme)'de Yahya Bey, 12 "makam" ve 7 "şube" içinde adalet, zulüm, uzlet, velîlik, doğruluk, selâmet, karanlık ve aydınlık, evlilik, günah... gibi konu­larda araya hikâyeler ve latifeler de katarak fikirlerini ve öğütlerini söylemiştir. Hamse içinde özellikle 5180 beyit tutarındaki Yûsuf u Züleytıâ'sı Türk ede­biyatında bu konuda yazılmış mesnevîlerin en güzeli sayılır. Yahya Bey'in Edir­ne Şehr-engîzi ve İstanbul Şehr-engîzi mesnevî şekliyle yazılmış eserlerdir.
Yüzyılın sonlarında Azerî İbrahim Çelebi (ölm.'1585)'nin 24 hikâyesini top­ladığı Nakş-ı Hayâl(yazılışı: 1597) adlı mesnevîsiyle, Hâkânî (ölm. 1606-07)'nin Hilye'sı (yazılışı: 1598-99. 716 beyit) tanınmış eserlerdir. Özellikle Hilye bu konuda yazılmış eserlerin en ünlülerindendir. Hz. Peygamber'in baştan ayağa bütün vücut yapısını, yüzünün ve ahlâkının güzelliğini anlatan bu mesne­vî, Mevlid ve Muhammediye gibi çok okunmuş bir eserdir.
Bu yüzyılda ayrıca Celâlzâde Salih (ölm. 1565), 1554-1555 yılında bir Leylâ ve Mecnûn;Abdurrahman Gubârî (ölm. 1566) de bir Yûsuf u Züleyhâ ve Bursalı Celîlî (ölm. 1569'dan sonra) 2019 beyitli bir Hüsrev ü Şîrîn (yazılışı: 1512) mesnevîsi yazmışlardır. Halife (ölm. 1572)'nin birLeylâ ve Mecnun'u, İznikli Bekâyî (ölm. 1572)'nin de bir Gül ü Bülbül (yazılışı: 1565) mesnevîsi vardır.
XVII. Yüzyılda başlıca mesnevî şairleri olarak Ganîzâde Nâdirî, Nev'îzâde Atâ'î, Nâbî ve Sâbif'ıgörüyoruz. Ganîzâde Nâdirî (ölm. 1526-27), Divanı'ndan çok Mi'râciyye kasîdesi ve Şehnamemesnevîsiyle tanınmıştır. Firdevsî'nin Şehname'siyle aynı vezinde, 2.000 beyitlik Şehname 'sinde Türk şairlerinin kasîde ve gazelde İranlıları geçtiğini ama mesnevîde henüz onlara yetişmediklerini söyle­yerek, bu eksikliği gidermek için mesnevîsini yazdığını anlatmıştır. İçinde parlak beyitleri, canlı tasvirleri bulunmakla birlikte, Nâdirî yalnızca Sultan II. Osman'ın tahta çıkışından başlayarak Hotin seferini, Padişah'ın İstanbul'a dönüşü ve iki şehzadenin doğumunu anlatabilmiştir. Nev'îzâde Atâ'î (ölm. 1654) müretteb Di-van'ı ve özellikle Şakâ'ik Zeyli gibi çok değerli bir eseri yanında Nizamî Ham­sesi'ne nazîre olarak söylediği Hamsesi'yle de ün kazanmıştır. Atâ'î hamsesi Sâ-kînâme diye de anılan Alemnümâ, Nefhatü'l-ezhâr, Sohbetü'l-ebkâr, Hilyetü'l-efkâr ve Heft-hân adlı mesnevîlerinden meydana gelmiştir. 1017 yılında yaz­dığı Sâkînâme'mn önsözünde, bir toplantıda İran şairlerinin kasîde ve gazelde geçildiği, mesnevîde ise geride kalındığı konusunda tartışıldığını ve Kâfzâde Fâ'izî'nin bu açığı kapatmak için kendisine sürekli ısrarı üzerine mesnevî yaz­mağa karar verdiğini söyleyen Atâ'î eserinde şarap, asma, kadeh, sürahi, pîr-i mugân ve meyhaneden sözetmiş, içki toplantılarını övmüştür. 1624 yılında yaz­dığı Nefhatü'l-ezhâr'da 20 safha içinde padişahların özelliklerini, güzel söz söy­leyenler, soğuk latifeler yapanlar, âşıklar ve cömertler;Sohbetü 'l-ebkâr'da (yazı­lışı: 1625) ise 40 safhada aşk, ibadet, tevazu, fazilet, sadakat, iyilik, yalan gibi konular üzerinde durmuş, arada küçük hikâyeler de anlatmıştır. Hamsenin en önemli mesnevîsi olan Heft-hân (yazı-lışı: 1626), yanıp tutuşan bir aşığı oya­lamak için arkadaşlarının anlattığı küçük hikâyelerden meydana gelmiştir. Atâ'î'nin mesnevîlerinde önemli bir özellik İstanbul yaşayışının, halkın adetleri­nin, mesire yerlerinin canlı tablolar halinde verilmesidir.
Yüzyılın ilginç bir mesnevîsi de Edirneli Gülfi(ölm. 1677-78)'nin 1660-61 yılında yazdığıTeşrifata'ş-şıı'arâ adındaki tezkiresidir. Edebiyatımızın tek manzum tezkiresinde Güftî, kendi zamanının 104 şairini; vücut yapılarını, bazı özelliklerini, zayıf taraflarını yer yer alay ve hicivle karıştırarak anlatmıştır.
Mesnevîde bu yüzyılın en büyük şairi olarak Nâbî (ölm. 1712)'yi saymak ge­rekir. Hayriyye, Hayrâbâd ve Sûrnâme adlı mesnevîleriyle haklı bir ün kazanan Nâbî, Hayriyye'de (yazılışı: 1701) oğlu Ebü'l-hayr'a dürüst ve ahlâklı olma­nın, hayatta başarı kazanmanın yollarını göstermiş, öğütler vermiştir. Bu arada eserde Nâbî'nin, yaşadığı devir ve değişik meslekler hakkındaki görüş ve düşün­celerini de görürüz. Hayrâbâd (yazılışı: 1705), Şeyh Attâr İlâhînâmesi'ndeki küçük bir hikâyenin genişletilerek yazıldığı bir mesnevidir. Nâbî, eseri Attâr'ın bitirdiği yerde bitirmemiş, sonuna birçok eklemeler yaparak ve uzatarak karışık bir hale getirmiştir. Bu yüzden de başta Şeyh Gâlib olmak üzere birçok kişinin eleştirisine uğramıştır. Sûrnâme mesnevîsî ise, 582 beyitli Sultan IV. Mehmed'in şehzadeleri ve kızı Hatice Sultan için 1675 yılında Edirne'de yapılan büyük dü­ğünü anlatır. Nâbî, ayrıca kasîde konularında kısa mesnevî parçaları da söylemiş­tir. Divan'ında değişik kişiler için söylenmiş 10 medhiye mesnevîsi vardır.
Sabit (ölm. 1712), Zafer nâme, Edhem ü Hümâ, Berbernâme, Derenâme, Amr u Leysmesnevîlerinin sahibidir. Bunlar için Kırım Hanı Selim Giray'ın savaşlarını anlattığı Zafernâme (426 beyit) ve bir aşk hikâyesi olan Edhem ü Hümâ ötekilerinden daha çok tanınmıştır. Berbernâme(108 beyit), Derenâme (162 beyit), Amr u Leys (49 beyit) küçük, açık saçık ve değersiz eserlerdir. Sabit'in mesnevîlerinin özelliği, halk dilinin kelimeleri, deyimleri ve atasözlerine fazlaca yer verilmesindedir.
XVIII. Yüzyılda mesnevî şairi olarak Nahîfî, Şeyh Gâlib, Sünbülzâde Vehbî ve Enderunlu Fâzıl belli başlı isimlerdir. Bu yüzyılda artık kullanılagelen eski or­tak mesnevî konuları bırakılmış, yeni ve daha değişik konular ele alınmıştır. XVII. Yüzyılda başlayan bu hareket sürdürülerek, İran'dan alınan ve birçok kez yazılan hikâye konuları yerine daha güncel konular işlenmeğe başlanmış, az da olsa devrin bazı kurumları eleştirilmiştir. Yüzyılın ilk mesnevî şairi Nahifi (ölm. 1738) manzum ve mensur birçok eseri olduğu halde daha çok Mesnevî Tercüme­si (yazılışı: 1730) ile ün kazanmıştır. Mevlânâ'nın altı ciltlik büyük eserini ay­nı vezinle beyit beyit Türkçeye aktarmakla hem çok büyük bir işi başarmış, hem de Türk edebiyatına büyük bir eser kazandırmıştır. Yüzyılın ve edebiyatımızın büyük şairi Şeyh Gâlib (ölm. 1738-99), Hüsn ü Aşk (yazılışı: 1783)'ıyla mes­nevî edebiyatımızın en büyük eserlerinden birini vermiştir. Hüsn ü Aşk, hikâye­nin kuruluşu bakımından Fuzûlî'nin Leylâ vü Mecnûn'u ve tasavvufu işleyişi ba­kımından da Hüsn ü Aşk mesnevîleriyle benzerlikler gösterir. Leylâ ve Mecnûn ile aynı vezinde yazılmıştır. 2101 beyitlik bu mesnevisinde Gâlib Dede, Hüsn, Aşk, Beni Mahabbet, Mekteb-i edeb, Molla-yı Cünûn, Sühan, İsmet, Hayret gi­bi soyut kavramlara kişilik vererek yepyeni bir aşk hikâyesi yaratmıştır. Tasav­vuf! anlamıyla aşk, sâlik; hüsn, aynı zamanda Cemâl-i Mutlak olan Tann'dır. Mekteb-i edeb, tekke; Molla-yı cünûn, Gayret, Sühan ise Aşk'a sülük yolunda yardımcı olan mürşid durumundadırlar. Aşk, sevgilisine kavuşmak için türlü zor­luklar çeker, başından sayısız olaylar geçer. Gayret ve Sühan hep onun yanında ve yardımcısıdırlar; onu türlü tehlikelerden kurtarırlar. Aşk, sonunda Diyar-ı kalb'e varır ve sevgilisi olan Hüsn'e kavuşur. Böylece arada bir ikilik olmadığı­nı anlar. Gâlib Dede, eserinin sonunda söylediği,
Tarz-ı selefe tekaddüm etdim
Bir başka lügat tekellüm etdim
beytinde kendisinin de açıkladığı gibi, bu mesnevîde zamanına kadar yazılmış olan eski aşk hikâyelerinden ayrılmış, hikâye kahramanlarını soyut kavramlar­dan seçerek sembollerle tarikatte ilerlemenin güçlüklerini ve salikin fenâfillaha ancak bir mürşid yardımıyla erişebileceğini anlatmak istemiştir. Eser bir şair toplantısında Nâbî'nin Hâyrâbâd'ın aşırı derecede öğülmesi ve ona nazîre bile yazı­lmayacağının söylenmesi üzerine yazılmıştır. Şeyh Gâlib, aralara sıkıştırdığı dört güzel tardiyye ile mesnevisine değişik bir hava vermiş, ayrıca ahenk ve de­ğer kazandırmıştır.
Yine bu yüzyılda Şevk-engîz ve Lutfiyye mesnevîlerinin şairi Sünbülzâde Vehbî (ölm. 1809-10),Tuhfe ve Nuhbe adlarını verdiği manzum sözlükleri yanın­da özellikle Nâbî'nin Hayriyyesi'ne nazire olarak söylediği Lutfiyye'si (yazılışı: 1790-9l)'yle tanınmıştır. Vehbî, bu mesnevîsinde Nâbî'nin yaptığı gibi oğlu Lutfullah'a nasıl yetişmesi, hangi mesleği seçmesi, iyi ve ahlâklı bir insan olma­sı için neler yapması gerektiği hakkında öğütler vermiştir. Vehbî bu arada yaşa­dığı devrin sosyal hayatı, halkın yaşayışı, görgü kaideleri hakkındaki düşüncele­rini de ortaya koymuştur. Fakat eserinde yeni bir fikir ileri sürdüğü ve Nâbî'yi taklitten ileri geçtiği de söylenemez.
Vehbî gibi yüzyılın sonuyla XIX. yüzyılın başında yaşayan Enderûnlu Fâzıl (ölm. 1810)Hûbânnâme, Zenânnâme ve Defter-i Aşk adlarındaki üç mesnevinin sahibidir. Fâzıl, ilk eserinde dünyadaki birçok milletin erkek güzellerini, ikinci­sinde de kadın güzellerini anlatmış, bunlardan çoğunu övmüş, her milletin gü­zellerinin ayrı yönlerini, özelliklerini belirtmeye çalışmıştır. Defter-iAşk (393 beyit)'da da kendi aşklarını hikâye etmiştir. Her üç mesnevîde de ilginç gö­rüşler, güzel beyitler bulunmakla birlikte Fâzıl'ın yer yer çirkin sözler kullandı­ğı, adiliğe düştüğü de görülür. Bu bakımdan oldukça tanınmış olmalarına karşı, bu mesnevîlerin fazlaca bir edebî değerleri yoktur.
XIX. Yüzyıl başında Tanzimat Edebiyatının başlamasından az önce yaşamış olan İzzet Molla(ölm. 1829) son mesnevî şairi olarak anılmağa değer. İzzet Molla'nın Mihnet-i Keşan ve Gülşen-iAşk adlarında iki mesnevîsi vardır. Şair, ilk mesnevîsinde sürüldüğü Keşan'a giderken İstanbul'dan başlayarak uğradığı yerleri, yolda çektiği güçlükleri ve Keşan'da kaldığı sürede başından geçen olay­ları anlatır. İzzet Molla, bütün üzüntüsüne rağmen olaylara hep alaycı bir gözle bakmıştır. İkinci mesnevîsi Gülşen-i Aşk ise, Şeyh Gâlib'in Hüsn ü Aşk'ına nazîre olarak yazılmış, 290 beyitlik küçük, tasavvufi bir eserdir.
İzzet Molla, mesnevinin son şairi sayılır. Tanzimatın ilanıyla başlayan ve Batı edebiyatlarının etkisiyle gelişen Tanzimat edebiyatında mesnevî nazım şek­li kullanılmamıştır.
Örnek 1.
Kısa Mesnevî
Dîbâce-i Eş'âr-ı Gül-i Sad-Berg
1. Seherden seyre vardum murgzâra
Hezârân murg gördüm geldi zara
2. Gül ü lâleyle zeyn olmış çemenler
Oyuna girdi gönlekcek semenler
3. Çü gördüm nakş-ı Erjeng oldı sahra
Edüp bir nice rengîn şi'r peyda
4. Kadem basdum izâr-ı mihr ü mâha
Ki tâ erdüm cenâb-ı Pâdişâha
5. Yüzüm sürüp çemenler gibi hâke
Du'âlar eyledüm ol zât-ı pâke
6. Oluban bîd bergi gibi lerzân
Nihâl-i erguvan-veş derledüm kan
7. Sunup bu nazmı dest-i Şehriyâra
Gül-i sad-bergi irgürdüm bahara
Hayalî Bey
 
Örnek 2.
Kısa Mesnevî. Küçük Hikâye
Hikâyet-i Leylî vü Mecnûn
1. Meğer bir gün ki âteş-i pâre-i Necd
Şerer pervanesi Mecnûn-ı pür vecd
2. Siyeh-mest-i şarâb-ı hayret olmış
Kararmış gözleri Leylî'yle dolmış
3. Dolaşdurmış perîşân seyr-i râha
Tutulmış kendüsi çün dâm-ı mâha
4. Dönüp ol şu'le-i cevvâle-i gam
Yanup durmakda olmış şem'a hemdem
5. Düşüp çün mûy-ı zengî pîş ii tâba
Bozulmuş genc-i târ-ı ıztıraba
6. Katup seyl-i sirişkin bahr-ı hûna
Sükûn el vermiş ol cûy-ı cünûna
7. Olup hoşnûd kendü âteşinden
Şikâyet etmez olmış mâhveşinden
8. Cefâdan nây gibi zâr etmez olmış
Varup Leylîyi bîzâr etmez olmış
9. Olup fariğ dil-i dîvânesinden
Usanmış vaz'-ı küstâhânesinden
10. Duyup ol berk-i sâmân ya'nî
Leylî Gazabnâk eylemiş Kays'a tecellî
11. Demiş etdünse feryadı ferâmûş
Gerekmez bana artık gûş u mengûş
12. Perîşân olmağı edüp tahayyül
Senün-çün şânelenmişdür bu kâkül
13. Bu suretler senün-çün rû-nümâdur
Nazar âyineye sanma sanadur
14. Hemân yan ağla Mevlâyı seversen
Koma feryadı Leylâyı seversen
15. Meğer dîvâneye taş atdı Leylâ
Komadı urmadık baş seng-i hârâ
16. Olur ma'şûk dâğ u zahme tâlib
Nişan lâzımdır âşıklarda Gâlib
17. Mülevvendür hemîşe kâr-ı uşşak
Meğer imdâd ede Hunhâr-ı uşşak
18. Kerem-hâhum cenâb-ı mevlevîden
Vere bir neş'e şûr-ı ma'nevîden
Şeyh Gâlib
 
 
Haluk İPEKTEN






 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol